“Zayıflığınızı 0’dan 10’a kadar bir ölçekte nerede değerlendirirsiniz?” Bilmiyorum sizin için öyle mi ama beni bu 0’dan 10’a kadar bir sayıyla cevap isteyen sorular hep çaresiz bırakmıştır. Herhangi bir hizmetten memnuniyeti derecelendirmek hadi neyse de, doktorun sorduğu gibi “ağrının şiddetini” bir cetvelle belirlemek pek mümkün gelmez, ne söylesem yanlış bir bilgi verdim de doktoru yanılttım mı acaba diye endişelenirim.
Bu ‘endişelenirim’ biraz anahtar kelime, çünkü kendimi nasıl bir insan olarak tanımlarım, sanırım ‘endişeli’. Çağımızın aksine pek imkân vermediği tesellisine sığınıyorum, bence çoğumuzun derdi bu, 0 ile 10 arasında bir yerde. Hatta bir sergi adı olarak da çok çekici değil mi? “Endişeli Kalbim”.
Balca Ergener’in “Endişeli Kalbim” sergisi, Tophane’deki Depo’da bu ay açıldı. Yazının girişinde sözünü ettiğim cümle, girince karşı duvarda çıktı karşıma. Pandeminin ilk aylarında, insanın bir bilinmez karşısında kendisini en zayıf hissettiği dönemlerde çıkan Neue Zürcher Zeitung gazetesinin üst üste bindirilmiş sayfalarından oluşan 95×65 boyutlarında bir iş. Üzerine bu cümle kazınmış.
Sergiye adını veren iş, hayatını Zürih-İstanbul arasında geçiren Ergener’in iki şehirde çektiği fotoğrafları bir araya getirdiği kolajlardan oluşuyor. İlk bakışta ne olduğunu anlamadığın ama insanı içine doğru çeken, dokunma isteği uyandıran kolajlar. Daha çok zeminleri çekmiş Ergener, ayağının bastığı yeri belirleyen fotoğraflar. Soruyorum “burası neresi, bu ne” diye, İstanbul’daki ikinci köprünün altı da var, Zürih’teki bir kaldırımdan sökülüp yakındaki donmuş gölün üzerine yerleşen taşlar da. Şehrin jeolojik oluşumunu hatırlatan kayalar, kim bilir ne zamandır o kayaları sarıp üzerinde yaşayan yosunlar, kentsel dönüşüm sırasında yerinden edilen beton parçaları, betonun arasından çıkan sürgünler, bir yerden bir yere taşınan, orada yeni bir anlam kazanan bir sürü parça bir araya gelmiş, “Endişeli Kalbim”i oluşturmuş. Gezi Parkı’ndaki yunus heykelli süs havuzunun zemini de dev boyutlu bir fotoğrafıyla yerini almış.
İğde Oyunu
Oyunlu bir sergi, Balca Ergener’inki. “İğde Oyunu” diye bir iş var, 2019 mayısında, Kadın Eserleri Kütüphanesi’nin bahçesindeki iğde ağacının altında bir araya gelen 20 kadının oynadığı bir oyun bu. Sergide bu oyunda çıkan metinleri Tilbe Saran’ın seslendirdiği kaydı dinleyebiliyorsunuz. Neden ‘iğde’ sorusunun da cevabını şu: 12. yüzyıla kadar giden kimi kaynaklara göre bu ağacın çiçeklerinin etrafa yaydığı kokunun kadınların libidosunu artıran bir gücü varmış. Kışkırtıcı ve muzır bir ağaç diyebiliriz yani.
Bir işten daha söz edip gerisini kendi keşif duygunuza bırakmak isterim, 12 Temmuz’a kadar açık sergi. Bu işin adı “Kendini Unutmak”. Bir masanın üzerine yayılmış kitap sayfaları, üzerinde Ergener’in kurguladığı yazı oyunlarının metotları ve bunları oynadığında çıkan örnekler var. Walter Benjamin’in rastgele sözcüklerle cümleler kurmakla ilgilendiği bilgisi esin kaynakları arasında. Sergide seyircilerin kendi oyunlarını oynayabilecekleri kelime kartları da var. İnsanın zihninde yeni kapılar açan, düşünme biçimini eğip büken oyunu da, serginin tamamını da kendi endişeli adımlarınızla keşfetmek bence iyi bir fikir.