Akşener: “Amerikan Devleti, Türkiye’nin Bu Coğrafyadaki Varlığından Rahatsızsa Derhal Türk Topraklarında Bulunan İncirlik Üssü’nü Boşaltmalıdır”
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Türk SİHA’sını düşüren ABD uçağının İncirlik Üssü’nden havalandığı iddiasıyla ilgili “Resmi kurumlardan bir Allah’ın kulu çıkıp da ‘yok öyle bir şey’ demiyor… Bu vahim iddia doğru olsun ya da olmasın buradan açıkça ilan etmek istiyorum. Eğer Amerikan Devleti, Türkiye‘nin bu coğrafyadaki varlığından rahatsızca derhal Türk topraklarında bulunan İncirlik Üssü’nü de boşaltmalıdır. Düşürdüğü SİHA için Türkiye‘ye gereken tazminatı misliyle ödemelidir” dedi. Akşener, emeklilere 5 bin lira ikramiye ödemesiyle ilgili de “Bir kereye mahsus, 5 bin lira vermek yetmez. Sadaka mı dağıtıyorsunuz? Kendinize gelin” diye konuştu.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, bugün TBMM grup toplantısında konuştu. Akşener, konuşmasından önce partisine katılan şarkıcı Hakan Peker’i kürsüye davet ederek rozetini taktı. Akşener, Peker’in yerel seçimlerde Safranbolu Belediye Başkan adayı olacağını söyledi. Akşener, grup konuşmasında şunları söyledi:
“Bugün geldiğimiz noktada ne yazık ki iktidar, siyaseti palyatif bir alana sıkıştırdı. Yeni bir çözüm, yeni bir vizyon, yeni bir seçenek oluşturmayı beceremedikleri için; hatta onu geçtim, daha 6 ay önce verdikleri vaatleri bile gerçekleştiremedikleri için; uzunca bir süredir, günü kurtarmaya yönelik geçiştirici tedbirler üzerinden siyaset yapıyorlar. Sistemdeki bozuklukların, yönetimdeki çarpıklıkların, artık kangren olmuş yaraların üzerini örtmek için kısa süreliğine etki gösteren, ağrı kesicilerle, milletimizi oyalamaya devam ediyorlar. İşte bu ağrı kesiciler; kimi zaman verilen maaş zamlarıyla, kimi zaman edilen boş vaatlerle, kimi zaman da bol keseden verilen sözlerle, hamasi nutuklarla karşımıza çıkıyor.
“ALLAH MİLLETİMİZİN YARDIMCISI OLSUN”
Peki etkisi ne kadar sürüyor? 2 ay mı 3 ay mı? Hayır, artık o kadar bile sürmüyor. Çünkü yapılan zamlar, daha hesaplara yatmadan eriyor. Çünkü edilen vaatler, işlerine gelmediği müddetçe unutuluyor. Çünkü verilen sözler, sürekli olarak başka baharlara erteleniyor. Geçtiğimiz hafta, Merkez Bankası Başkanımız, Plan ve Bütçe Komisyonu’nda enflasyonla mücadeleyle ilgili bir sunum yaptı. Öncelikle; Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın ilk kadın başkanı olan Sayın Hafize Gaye Erkan’a ve Başkan Yardımcısı Sayın Hatice Karahan’a görevlerinde başarılar diliyorum. Sayın Erdoğan’ın bir dediğini iki etmeyerek arkasında bir enkaz bırakan ve bunun üzerine de adeta ödüllendirilerek BDDK Başkanlığı’na getirilen selefinden sonra işleri oldukça zor. Allah yardımcıları olsun. Allah tabii ki milletimizin de yardımcısı olsun.
Hayatta kalma mücadelesi veren emeklilerimizin; çocuklarına harçlık vermekte zorlanan anne babalarımızın; karnını doyuramayan çocuklarımızın, barınma sorunu çeken üniversite öğrencilerimizin de yardımcısı olsun… Çünkü, Merkez Bankası Başkanı, geçen haftaki sunumunda, enflasyonun, yani hayat pahalılığının mayıs ayına kadar artarak süreceğini, enflasyondaki kalıcı iyileşmenin ise 2025 yılında ancak hissedileceğini söyledi. Ülkemiz, yüzde 73 gıda enflasyonu ile dünyada rekor kırıyor. Halbuki, gelişmekte olan ülkelerin ortalaması yüzde 15’ten fazla değil…
Biz, İYİ Parti olarak bugüne kadar her fırsatta söyledik: ‘Hayat pahalılığı ile mücadele sadece Merkez Bankası’nın faiz politikalarına bırakılamaz’ dedik. ‘Enflasyonla mücadele, ciddiyetle ve çok yönlü ele alınması gereken, istikrar isteyen bir iştir’ dedik. Üstelik sadece söylemekle de kalmadık. Bu kürsüye, milletin kürsüsüne, defalarca çiftçilerimizi çıkardık. Hem tarımda gelinen korkutucu tabloya, hem de iklim krizine dikkat çektik. Peki iktidar ne yaptı? Türk çiftçisinin, arkasında durmak yerine, yabancı ülkelerin çiftçisini ihya etti. İklim kriziyle mücadele için de sadece bakanlığın adını değiştirdi. ve maalesef, bugün gelinen noktada, yıllardır uygulanan yanlış tarım politikaları sonucunda çiftçimiz artık tarlasını ekmez oldu.
“SARAY HAYATINIZ, LÜKS VE İHTİŞAM MERAKINIZI SÜRDÜRMEK İÇİN ARTTIRDIĞINIZ VERGİLER, HEM ENFLASYONU TIRMANDIRIYOR HEM DE DAR VE ORTA GELİRLİ VATANDAŞLARIMIZI HER GÜN DAHA DA FAKİRLEŞTİRİYOR”
Gıda enflasyonu, en önemli milli güvenlik sorunlarımızdan biri haline geldi. Buradan iktidar mensuplarına bir kez daha sesleniyorum; eğer ki, enflasyonla samimi bir mücadele yapacaksanız işe tarımdan başlayacaksınız. Ayrıca sanayi politikasındaki ithalat bağımlılığını azaltacaksınız ki, kur her zıpladığında enflasyon da artmasın. Ticaret politikasında; üretim zincirinin tekelleşmesinin önüne geçeceksiniz. Maliye politikasında ise önce kendinizden, lüksünüzden tasarruf edeceksiniz. Çünkü saray hayatınızı, lüks ve ihtişam merakınızı sürdürmek için arttırdığınız vergiler, hem enflasyonu tırmandırıyor hem de dar ve orta gelirli vatandaşlarımızı her gün daha da fakirleştiriyor. İşte tüm bunları, istikrarla yaparsanız enflasyonla mücadelede başarı sağlarsınız. Ama yok, sadece Merkez Bankası’nın Sayın Erdoğan’ı giderek kızdıran faiz artışlarına bel bağlarsanız; ne enflasyon düşer ne de Merkez Bankası yönetimi, 2025’i görebilir. Bizden söylemesi…
“HAYATTA KALMAK BİLE MİLLETİMİZ İÇİN ARTIK ÇETİN BİR MÜCADELEYE DÖNÜŞÜYOR”
Hayat pahalılığının, ülkemizi getirdiği uçurumda; kıt kanaat geçinen milletimiz, her yeni güne ‘yeni bir masraf çıkacak’ korkusuyla başlıyor. Dünyaya, misafirperverliğiyle nam salan insanımız artık dilediği gibi ağırlayamadığı için evine misafir gelmesinden bile korkuyor. Çocuğunun büyümesine bile doyasıya sevinemeyen anne babalarımız var. Çünkü çocuk büyüdükçe, masraflar da büyüyor. Ayağına bir çift ayakkabı almak bile ailelerin üzerinde yük oluyor. Bir paket makarna, 15 lira olmuş. Dört kişi, en ucuzundan tavuk döner yeseniz 400 lira ödüyorsunuz. İşte böyle vahim bir tabloda, hayatta kalmak bile milletimiz için artık çetin bir mücadeleye dönüşüyor.
“7500 LİRA, BUGÜN MAALESEF GENEL EMEKLİ AYLIĞI HALİNE GELDİ. EMEKLİLERİMİZİN, NEREDEYSE 10 MİLYONU BU SEVİYEDE MAAŞ ALIYOR”
Tabii bir de emeklilerimiz var… Ülkemizde, yaklaşık, 15 milyon 500 bin kişi, emekli aylığı alıyor. Yani nüfusumuzun, yaklaşık yüzde 18’i…Ekonomimizin içinde bulunduğu şartlarda, 7500 liraya, kiralık ev bulmak bile zor bir hale gelmişken ki büyükşehirlerde hemen hemen imkansız. Nüfusumuzun yüzde 18’inin aldığı en düşük emekli aylığı 7500 lira… Üstelik 7500 lira, istisnai bir maaş da değil… Aslında, en düşük aylık olması gereken 7500 lira, bugün maalesef genel emekli aylığı haline geldi. Emeklilerimizin neredeyse 10 milyonu, bu seviyede maaş alıyor. Böyle bir adaletsizlik olur mu? Böyle bir vicdansızlık olur mu? Böyle bir hesapsızlık olur mu? Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan, geçmişle kıyaslama yapmayı, pek sever…’Biz geldiğimizdee…’ diye başlayan cümlelere bayılır. O yüzden gelin, biz de şimdi bir geçmiş kıyaslaması yapalım. Ama öyle, onlar gibi işimize geldiği gibi, eğip bükerek değil hakkaniyetle yapalım: 2002 yılının ocak ayında, en düşük emekli aylığı 216 liraydı.
“AK PARTİ İKTİDARINDAN ÖNCE EMEKLİLERİMİZ, ASGARİ ÜCRETİN ÜZERİNDE EMEKLİ AYLIĞI ALIRKEN, 20 YILIN SONUNDA BU DURUM TAM TERSİNE DÖNMÜŞ”
Peki asgari ücret ne kadardı, biliyor musunuz? 163 lira 50 kuruş. Yani 2002 yılında, en düşük emekli aylığı, net asgari ücretin, 1,3 katıymış…Eğer bu oran, bugün geçerli olsaydı, en düşük emekli maaşının, 14.800 lira olması gerekirdi. Ama bugün, asgari ücretin neti, 11.402 lirayken; en düşük emekli aylığı, 7500 lira. Yani oran, tersine dönmüş. Asgari ücret, emekli aylığının 1 buçuk katına çıkmış. Yani Ak Parti iktidarından önce, emeklilerimiz, asgari ücretin üzerinde emekli aylığı alırken, 20 yılın sonunda bu durum tam tersine dönmüş. Asgari ücretlilerimiz zaten perişan, ama emekliler perperişan…2018 yılından bugüne kadar, emekli maaşı yaklaşık 5 kat artmış. Peki, bu maaş ile geçinebilmeleri mümkün mü? Bir yandan kira, bir yandan elektrik, su, doğalgaz faturaları, diğer yandan da temel giderlere, gıda harcamalarına 7.500 lira yetebilir mi? Elbette yetmez. Yetmiyor da…
“BİR KEREYE MAHSUS, 5 BİN LİRA VERMEK YETMEZ! SADAKA MI DAĞITIYORSUNUZ? KENDİNİZE GELİN! EMEKLİ MAAŞLARINI DERHAL ASGARİ ÜCRET SEVİYESİNE ÇIKARTIN”
TÜİK’in, uydurma enflasyon verilerine göre değil de gerçek fiyat artışlarına göre verseydik; emeklilerimiz, ne kadar maaş alacaktı biliyor musunuz? Mesela emekli maaşlarını, patates cinsinden ödüyor olsaydık; bugün, en düşük emekli maaşının 12.200 lira olması gerekiyordu. Mesela yumurta cinsinden ödüyor olsaydık; bugün en düşük emekli maaşının 11.300 lira olması gerekiyordu. Mesela süt cinsinden ödüyor olsaydık bugün, en düşük emekli maaşının 13.500 lira olması gerekiyordu. Mesela tavuk eti cinsinden ödüyor olsaydık bugün, en düşük emekli maaşının 14.200 lira olması gerekiyordu. Mesela margarin cinsinden ödüyor olsaydık; bugün en düşük emekli maaşının 14.400 lira olması gerekiyordu. Yani iktidar; emekli maaşlarını, TÜİK’in uydurma rakamlarına göre değil de çarşının pazarın gerçek fiyatlarına göre düzenleseydi şu anda, en düşük emekli maaşının 13 bin lira civarında olması gerekiyordu… Buradan iktidara, bir kez daha çağrıda bulunmak istiyorum: Böyle haksızlık, böyle adaletsizlik olmaz. Bu yanlışı derhal düzeltin. Bir kereye mahsus, 5 bin lira vermek yetmez. Sadaka mı dağıtıyorsunuz? Kendinize gelin. Emekli maaşlarını, derhal asgari ücret seviyesine çıkartın. Asgari ücreti de gerçek enflasyona göre ayarlayın. Milletimizin hiçbir ferdi, geçim sıkıntısıyla ömür tüketmeyi hak etmiyor. Yazıktır, günahtır…
“SAVAŞMANIN, BİR HUKUKU VARDIR. EĞER MASUMLARI ÖLDÜRÜYORSAN BU SAVAŞ DEĞİL, TERÖRDÜR”
İnsanlık adına, utanç verici günlerden geçiyoruz… Radikal siyasetin ve terörün, nasıl da birbirini besleyen bir sarmal olduğuna bir kez daha acı bir şekilde şahit oluyoruz. Geçtiğimiz hafta sonundan beri İsrail-Filistin ekseninde başlayıp, dün itibarıyla Suriye ve Lübnan’a da yayılan çatışmalarla beraber bölgede, maalesef uzun süreli sonuçları olacak, bir dönüm noktasındayız. Öncelikle şunu söylemek isterim ki; yıllardır İsrail’in sürdürdüğü, orantısız güç kullanımı ve ‘güçlüyüm, öyleyse haklıyım’ yaklaşımı, Filistin’i, günden güne daha da daralan bir coğrafyaya sıkıştırdı. ve ne yazık ki bu sıkışmışlıktan barış yerine, huzur yerine, terör doğdu. Savaş kötüdür. Ancak savaşmanın bir hukuku vardır. Eğer masumları öldürüyorsan bu savaş değil, terördür. Eğer kadınların, ırzına saldırıyorsan bu savaş değil, terördür. Eğer asker veya sivil ayrımı yapmadan saldırıyorsan, bunun meşru bir yanı olamaz, bu terördür. Yani, her şart ve ortamda, önce terörün adını koymamız lazım. Eğer bunu yapmazsak, başka ülkelerin, PKK/YPG terör örgütünün alçak eylemlerine gösterdiği, ikiyüzlü tavra, karşı durma meşruiyetimiz de azalır.
“HAMAS, YAPMIŞ OLDUĞU BU EYLEMLER İLE FİLİSTİN HALKININ HAKLI MÜCADELESİNE KARA BİR LEKE SÜRMÜŞTÜR”
Nitekim, bu olay vesilesiyle Türkiye’den çıkan seslerin, verilen tepkilerin, aynı zamanda iç siyasete yönelik bir turnusol kağıdı olduğunu da söylememiz gerekiyor. Terörün herhangi bir hakkı, hukuku yoktur. Yıllarca, PKK/YPG terörüyle mücadele etmiş bir ülke olarak, biliyoruz ki; teröre hiçbir kılıf uydurulamaz. İşte bu yüzden; hedefine sivilleri alan, kadın bedeni üzerinden, çirkin ve kirli bir propagandaya dönüşen, her türlü saldırı, kim tarafından yapılmış olursa olsun bir insanlık suçudur, bir ahlak suçudur, bir terör suçudur. Gazze’de yaşananlar terördür. ve Hamas, yapmış olduğu bu eylemler ile Filistin halkının, haklı mücadelesine kara bir leke sürmüştür. 1967 sınırları çerçevesinde bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulma çabaları sürerken; bölgenin istikrara kavuşması için dünya kamuoyu destek verirken; bu terör eylemi, en büyük zararı Filistin halkına vermiştir. ve nitekim, yıllardır uluslararası hukuku çiğneyen İsrail’i bugün, dünya kamuoyu nazarında mağdur haline getirmiştir.
“NASIL Kİ HAMAS’IN UYGULADIĞI TERÖRÜN, KARŞISINDA DURUYORSAK; İSRAİL’İN, BAYRAM GÜNÜ KUDÜS’TE MÜSLÜMANLARA ATEŞ AÇAN TERÖRÜNÜN DE KARŞISINDA DURUYORUZ”
Biz İYİ Parti olarak her konuda olduğu gibi bu konuda da Türkiye’nin, her şeyden önce milli menfaatlerimiz çerçevesinde hareket etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu doğrultuda; Dışişleri Bakanlığı’nın bugüne kadar sergilemiş olduğu sağduyulu ve dengeli duruşu doğru buluyor; en azından şu ana kadar, eski hatalardan ders çıkartılmış olmasından memnuniyet duyuyoruz. Konuyu, uluslararası hukuk çerçevesinden değerlendiren ve bölgede barışın tesis edilmesini önceleyen mevcut yaklaşımı destekliyoruz. Ne var ki; diğer yandan da milletimizi, hemen her konuda tehdit eden kutuplaşma ikliminin Filistin-İsrail arasında yaşanan olaylarda da artık ezberlediğimiz çirkin yüzünü göstermeye kalktığına şahit oluyoruz. Birbirine zıt ama aynı oranda tehlikeli, iki anlayış söz konusu; bir tarafta Hamas’a ‘din kardeşlerimiz’ diyerek yapılan terör eylemini meşrulaştırmaya çalışan sığ bir zihniyetin temsilcileri var.
Diğer tarafta ise ‘Filistin hükümeti, Türkiye’ye karşı Ermeni lobisinin yanında durdu.’ ‘Filistin hükümeti, Uygur Türklerine karşı Çin’in yanında durdu.’ ‘Filistin hükümeti, Kıbrıs Türklerine karşı Rum yönetiminin yanında durdu.’ ‘Öyleyse biz de Filistinlilere karşı İsrail’in yanında durmalıyız’ diyenler var. Doğrudur Filistin hükümeti, Türkiye’ye bu kötülükleri yaptı. Ama basiretsiz Filistin hükümetinin Türk düşmanı tavırlarını, bölgede can çekişen Filistin halkına mal edemeyiz. Nasıl ki; Hamas’ın uyguladığı terörün karşısında duruyorsak, İsrail’in bayram günü Kudüs’te Müslümanlara ateş açan terörünün de karşısında duruyoruz. Nasıl ki Hamas’ın, sivilleri hedef alan eyleminin karşısında duruyorsak; İsrail’in de ‘savaş’ diyerek meşru göstermeye çalıştığı ama Gazzeli sivilleri hedef alan eylemlerinin de karşısında duruyoruz.
Eğer bölgede barışı tesis edeceksek İsrail’in gaddarlığını sahiplenen Batı ile terörü bile sahiplenen Doğu arasında Türkiye olarak biz, her daim hakkı, merhameti ve vicdanı sahiplenen taraf olmalıyız. Müslümanlara zulmetmeyi meşru gören Haçlı zihniyeti ile yüce dinimizi, teröre paravan yapmaya kalkan cehaletin arasında Türkiye olarak biz, adaleti, barışı ve huzuru savunan taraf olmalıyız. Çünkü Türkiye’yi 2’nci Dünya Savaşı’nın yıkımından koruyan; Kore’de, Türk’ün kudretini tüm dünyaya gösteren, Akdeniz’in ortasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kurduran; terörist başını Suriye’den çıkartıp kapı kapı gezdiren güçlü Türk dış politikası pratiği bunu gerektirir. Cumhuriyetimizin birikimi, anlayışı, ve vizyonu, bunu gerektirir. Atatürk’ümüzün ülkemizi, medeni milletler ailesinin onurlu bir üyesi yapma gayretinden; milli çıkarlarımız odaklı, dış politika anlayışından; hamaset yerine, aklı önceleyen siyaset felsefesinden ve egemenlik kavramına verdiği önemden aldığımız ilham bunu gerektirir.
İşte o nedenle, geçtiğimiz günlerde, iktidar mensuplarına bir çağrıda bulunduk. Türk Devlet geleneğimizin gereğini yerine getirmelerini ve bu doğrultuda ülkemizin dış politikada alacağı tavır ile ilgili bizleri bilgilendirmelerini istedik. Bu talebimizi, sizlerin huzurunda buradan bir kez daha yineliyorum. Ayrıca, bu vesileyle başta İsrail ve Filistin olmak üzere herkesi soğukkanlı olmaya, intikam duygularıyla değil meseleye kalıcı bir çözüm bulmak için sağduyulu davranmaya davet ediyor; bu bölgenin artık kan, gözyaşı ve şiddet ile değil barış, refah ve kalkınmayla anılmasını temenni ediyorum. Tarihimiz, kutlu çağrıların, şanlı mücadelelerin tarihidir. Türk Milleti, herkesin ‘bitti’ dediği anlardaki dirilişin adıdır. Şükürler olsun ki bugün, tüm dünyaTürk’ün yine şanlı bir mücadelenin ardından yeni bir dirilişine, yeni bir zaferine şahitlik ediyor. Bugüne kadar Karabağ; sadece Azerbaycan’ın değil; bir büyük coğrafyadaki her Türk’ün davası olmuştur. Ne mutlu bize ki bu haklı davanın nihayete kavuşmasını da görebildik. Hiç şüphesiz Karabağ, bizim için bir hasret, Türklüğün bir kavşak noktası, bir hak ve özgürlük mücadelesinin adıdır. Aynı zamanda Karabağ, bizim için bölgemizde, barış ve huzurun sağlanması için bir an önce istikrara kavuşması gereken bir kültür ve ticaret köprüsüdür. Bundan yaklaşık 30 yıl önce, Azerbaycan’ın topraklarının yüzde 20’si olan Karabağ işgal edilmiş ve 1 milyondan fazla kardeşimiz, evinden, yurdundan, göç etmek zorunda bırakılmıştı. Hiç unutmuyorum Azerbaycan’ın büyük şairi Bahtiyar Vahapzade Bey, onlar için ‘Didergin’ demişti. Yani; yerinden, yurdundan sürülmüş, göç etmek zorunda bırakılmış kardeşlerimiz… Vahapzade, şiirinde onların çilesini şöyle anlatıyordu:
‘Başına haranın külünü töksün,
Sinesi azabdan dağ-dağ didergin.
Teze veteninde garip, çekingen,
Köhne veteninden kaçak didergin.’
İşte yıllarca süren bu büyük mücadele, çekilen bu büyük çile 2’nci Karabağ Savaşı’nda, Can Azerbaycan’ımızın zaferiyle son buldu. 10 Kasım 2020’deki ateşkes anlaşmasıyla beraber, Karabağ, yeniden özgürlüğüne kavuştu. Ancak buna rağmen geride bıraktığımız yaklaşık 2 yıllık dönemde, hiçbir anlaşma hükmüne uyulmadı. Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü yok sayılmak istendi.
Bu nedenle 19 Eylül tarihinde Azerbaycan ordusu, Hankendi ve civarına yönelik bir antiterör operasyonu gerçekleştirerek anayasal haklarını, güvence altına aldı. Böylece artık ‘Dağlık Karabağ’ kavramı, tarihe karışmış oldu. Bu fırsat, iyi değerlendirilebilirse; Azerbaycan ile Türkiye arasında doğrudan ve kesintisiz ulaşım sağlanacak. ve böylece Türk dünyasının entegrasyonu için tarihi bir adım atılmış olacak. Ayrıca, Zengezur Koridoru’nun açılıp Orta Koridor’a bağlanması; Ermenistan da dahil olmak üzere tüm bölge ülkelerinin ekonomisine büyük katkılar sağlayacak. Kaos ve çatışma yerine, bölgede huzur ve istikrar hakim olacak. Hatta eğer bu başarılabilirse; Türkiye ile Ermenistan arasındaki normalleşme sürecinin de normal ve meşru bir işleyişle sağlıklı bir neticeye ulaşacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak, bu fırsatların beraberinde tehditler getirdiğini de unutmamalıyız. Gerek Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü sağlaması gerekse de bölgede ortaya çıkan bu potansiyel karşısında yeni bir terör odağının doğuşuna izin veremeyiz. Çünkü son günlerde küçük yaşta çocuklara silah eğitimi vererek, teröre özendirerek, Karabağ’da kalıcı istikrarı engellemeye yönelik bir terör yapılanmasının temellerinin atıldığını görebiliyoruz. Karabağ’da, Azerbaycan’a karşı varlık gösteremeyen Ermenistan, Asala’yı temel alan, Voma adındaki örgüt ile asimetrik bir savaşa hazırlanıyor. Mertçe mücadeleden kaçanlar, kalleşçe öldürmenin yollarını arıyor. Ermenistan hükümetlerinin uzun yıllardır PKK’ya, lojistik ve insan kaynağı desteği sağladığını zaten biliyoruz. Türk ve Türkiye düşmanlığı temelinde başlayan bu birlikteliğin; Voma – PKK ortaklığıyla devam etmesi de, pek tabii muhtemeldir.
Bu sebeple sınırlarımızdaki gevşekliği, derhal gidermeli ve hudutlarımızı, terörist geçişine karşı, daha sıkı biçimde korumalıyız. Bu terör oluşumunun, diplomatik yollarla bertarafı için de tüm bilgi ve belgeleri uluslararası kamuoyuna taşımalı, teröre yatırım yapmanın kaçınılmaz sonuçlarını Ermenistan’a anlatmalı, böylece yine tarihi bir hata yapmasının önüne geçmeliyiz. Başta Ermenistan hükümeti olmak üzere herkes bir gerçeği çok iyi bilmelidir: Karabağ Türk’tür! Karabağ Türk’ündür! Karabağ Azerbaycan’ındır!
“COĞRAFYAMIZDA, TÜREMİŞ VE TÜRETİLMİŞ TERÖR ÖRGÜTLERİNİN, ORTAK NOKTASI, TÜRK’E DÜŞMAN OLMALARIDIR”
Terörün hiçbir çeşidi de bu gerçeği değiştiremeyecektir! Bu vesileyle bir an önce bölgede, barış ve huzurun sağlanmasını diliyor, can Azerbaycanlı kardeşlerimize sevgi ve muhabbetlerimizi sunuyorum. Maalesef coğrafyamızda, türemiş ve türetilmiş terör örgütlerinin ortak noktası, Türk’e düşman olmalarıdır. Bugün bizim için PKK, YPG, DAEŞ ne ise, Karabağ’ı hedef alacak, yeni bir terör örgütü de onların kanlı bir izdüşümü olacaktır. Ancak herkes bilmelidir ki Azerbaycan’a yönelik bu ve benzeri girişimler karşısında Türk Milleti, tek yumruk olacak ve çelikten yumruğunu terörün tepesine indirecektir. Asala ile denediler, başaramadılar. PKK/YPG ile denediler, başaramadılar. Hizbullah ile denediler, başaramadılar. DAEŞ ile denediler, başaramadılar. FETÖ ile denediler, başaramadılar. Ne hikmetse, bütün terör örgütlerinin hedefinde Türk milleti var.
“GAZİ MECLİSİMİZDE GÖRÜŞÜLECEK OLAN IRAK VE SURİYE TEZKERELERİ KAPSAMINDA DA VERDİĞİMİZ BU DESTEĞİ SÜRDÜRECEĞİZ”
Kimisi millet kavramına yüce dinimizi alet ederek savaş açar. Kimisi de millet kavramına, etnik aidiyetleri alet ederek savaş açar. Ama hepsinin ortak noktası, Türk milletine, Türk devletine ve Atatürk’e olan alerjileridir. Dolayısıyla; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin milli birliğine ve toprak bütünlüğüne tehdit oluşturan her türlü terör örgütü ile mücadelesi haklıdır ve meşrudur. İsmi, coğrafyası, ambalajı, ne kadar değişirse değişsin, PKK’nın şubeleri olan YPG/PYD de terör örgütüdür. Biz de Suriye ve Irak’ta, bu terör odaklarına karşı yürütülen tüm askeri operasyonlarımızı destekliyoruz. Nitekim dün, grup başkanvekilimizin de açıkladığı üzere, önümüzdeki süreçte, Gazi Meclisimizde görüşülecek olan Irak ve Suriye tezkereleri kapsamında da, verdiğimiz bu desteği sürdüreceğiz. Çünkü, İYİ Parti olarak bizim için terör ve terörle mücadele, siyasetin konusu değil bir milli meseledir. Bizim anlayışımıza göre, terör siyasete malzeme edilmemeli, siyaseti kirletmesine asla izin verilmemelidir. Dün olduğu gibi bugün de aziz vatanımızın üzerindeki kirli amaçlarını terör üzerinden uygulamaya çalışanlar, bizi terörle kuşatabileceğini zannedenler şunu iyi bilsin ki bizim, devlet ve millet olarak her türlü teröre karşı, gösterdiğimiz sarsılmaz iradenin karşısında hiç kimse duramaz.
“AMERİKAN DEVLETİ, TÜRKİYE’NİN BU COĞRAFYADAKİ VARLIĞINDAN RAHATSIZSA DERHAL TÜRK TOPRAKLARINDA BULUNAN İNCİRLİK ÜSSÜ’NÜ DE BOŞALTMALIDIR”
Geçtiğimiz hafta, sınır ötesinde terör yuvalarına karşı yaptığımız operasyonlarda bir insansız hava aracımız ABD tarafından düşürüldü. Yapılan açıklamada, SİHA’mızın ABD üssüne fazla yaklaşması sebebiyl, düşürüldüğü belirtildi. Saray medyası ise günlerdir SİHA’mızın nerede düşürüldüğünü, ABD üssüne ne kadar yaklaştığını ve ABD’nin bizden ne kadar korktuğunu tartışıyor. Oysa, asıl sorgulamamız gereken SİHA’mızın, ABD üssüne ne kadar yaklaşıp yaklaşmadığı değil, terör örgütünün dibinde ABD üslerinin ne aradığıdır. Asıl sorgulanması gereken SİHA’mızı düşüren ABD uçağının nereden havalandığıdır? Pentagon tarafından yapılan açıklamaya göre ABD, düşürdüğü SİHA’nın Türkiye’ye ait olduğunu biliyor. Yani, Türkiye’ye ait olduğunu bile bile düşürüyor. Halbuki bu uçuş, Türkiye’nin uluslararası haklarından kaynaklanan meşru bir uçuştur. Orada, uluslararası hukuka aykırı şekilde bulunan ise Türkiye değil, Amerika’dır.
İşin daha da ironik olan tarafı ne biliyor musunuz? İddialara göre bu uçak, Türk SİHA’sını düşürmek üzere İncirlik Üssü’nden yani Türkiye’den havalanıyor… Üstelik, resmi kurumlardan bir Allah’ın kulu çıkıp da ‘yok öyle bir şey’ demiyor…Ama bu vahim iddia, doğru olsun ya da olmasın buradan açıkça ilan etmek istiyorum; eğer, Amerikan Devleti, Türkiye’nin bu coğrafyadaki varlığından rahatsızsa derhal Türk topraklarında bulunan İncirlik Üssü’nü de boşaltmalıdır. Aynı zamanda düşürdüğü SİHA için Türkiye’ye gereken tazminatı, misliyle ödemelidir. Ancak ibretle görüyoruz ki maalesef, bu rezil hadise de tıpkı askerimizin başına çuval geçirilmesinde olduğu gibi, kapatılmaya çalışılıyor. Çünkü kürsülerden esip gürleyenler, söz konus ABD oldu mu nedense süt dökmüş kediye dönüyor. Ancak biz biliyoruz ki; ABD, bu küstah cesareti, kırmızı halılar ile uğurlanan Rahip Brunson’dan alıyor. ABD bu cesareti, iktidarın basiretsizliğinden alıyor. Hani ABD’ye gidip ‘biz sığınmacılara, çok güzel bakıyoruz’ diye şirinlik yapanlar var ya… İşte ABD, bu cesareti onlardan alıyor. Hem terör örgütü PKK’ya silah yardımı yapacaksın hem de çocuk kandırır gibi yardımları YPG’ye yaptığını, YPG’nin de PKK olmadığını söyleyeceksin…İşine geldiğinde, müttefik edebiyatı yapacaksın, sonra da benim sınırımda benim SİHA’mı düşüreceksin…Üzerine de pişkin pişkin konuşup, kendini haklı çıkarmaya çalışacaksın… Hadi oradan be, hadi oradan! Her ne kadar bugün iktidar, bu şımarıklığa, bu hadsizliğe, gereken cevabı verememiş olsa da biz İYİ Parti olarak şunu çok iyi biliyoruz ki tarihin, hiçbir zaman tozlanmayan sayfalarında, lazım geldiği her vakit, şu sözü edebilen bir Türk devleti daima var ve payidar olacaktır. ‘Yeni şartlarla, yeni bir dünya kurulur. Türkiye de, bu dünyada yerini bulur.'”