Karabatak kitaplar
Edebiyat tarihi biraz da kayıp kitapların tarihidir. İster doğuda ister batıda olsun, yazar biyografilerinin sonuna doğru “… Adlı bir eseri daha bilinse de henüz ele geçmemiştir” ya da “Bazı kaynaklarda … isimli bir eser daha yazdığı rivayet edilmektedir” minvalinde cümleler okuruz.
Yani bu kitaplar yazarı tarafından kaleme alınmıştır ancak zaman içinde “bir şekilde” kaybolarak günümüze ulaşamamıştır. Bu “bir şekilde”yi birkaç şekilde anlayabiliriz: Yazarın bizzat kendisi ya da bir sansürcü tarafından imha edilmiş olabilir, bir yangın veya selde yitmiş olabilir, kazara bir yerde unutulmaya bırakılmış olabilir ya da bir kütüphane rafına, bir sahaf deposuna gizlenmiş olabilir.
GİZLİ BAHÇELER, TERK EDİLMİŞ ŞATOLAR
İtalyan yazar Giorgio van Straten Kayıp Kitapların İzinde’de tam da bu türden kitapların peşine düşüyor. Kayıp kitapların hikâyelerine merakının kökeni ise çocukluğunda saklı:
“Kayıp bir kitabın hikâyesine her tesadüf edişimde, çocukken gizli bahçelerden, gizemli teleferiklerden, terk edilmiş şatolardan bahseden kitaplar okuduğumdaki gibi bir hisse kapıldım. Bir serüveni ve o serüvenin gözden kaçan büyüsünü yaşama fırsatını gördüm ve gizemi çözen kahraman olabilmeyi ümit ettim.”
Kahraman Giorgio van Straten, “birilerinin gördüğü hatta okuma şansının olduğu fakat sonradan yok edilen veya ardında neredeyse hiç iz bırakmadan yok olan” diye tanımladığı kayıp kitaplar serüveninde Ernest Hemingway’dan Nikolay Gogol’e, Walter Benjamin’den Sylvia Plath’a sekiz isme ait eserlerin gizemini çözmeye çalışıyor. Straten, usta bir dedektif olmasının yanında şanslı da sayabiliriz: Çünkü peşine düştüğü kayıp kitaplardan birini, kitap yok olmadan önce okuyan dört beş kişiden biri kendisidir. Ama ne yazık ki eserin kaybolmasına engel olamamıştır.
YA BİZİM KAYIP KİTAPLAR?
Türk kültür tarihinde de buna benzer serüvenler var: En ünlü kayıp kitaplarımızdan biri, Osmanlı tarihinin başlangıcı için paha biçilmez değeri olan Orhan Gazi’nin imamı İshak Fakih’in oğlu Yahşi Fakih’in Menakıb-ı Al-i Osman adlı eseridir. Bu kaynaktan 15. yüzyılda yaşayan tarihçi Aşıkpaşazade sayesinde haberdar oluyoruz. Aşıkpaşazade, Geyve’de evinde misafir kaldığı Yahşi Fakih’in kitabını görmüş ve kendi tarihini yazarken istifade etmiştir:
“Yahşi Fakih Sultan Bayezid Han’a gelinceye kadar bu olayları ve menkıbeleri yazmış. Ben de Orhan Gazi’nin imamının oğlu Yahşi Fakih’e bağlı kalarak başkalarından duyduklarımla birlikte Osmanoğulları’nın sözlerinden ve olaylarla dolu menkıbelerinden bazılarını özetle kaleme aldım.”
Yahşi Fakih Menakıb’ındaki Osman ve Orhan dönemlerine ait rivayetlerin, yer adlarının kontrolü ve toponimik-topografik araştırmalar neticesinde doğru bilgiler içerdiğini belirten Halil İnalcık’a göre eser, Osmanlı tarihinin ilk dönemi üzerinde bütün Tevârîh-i Âl-i Osmân’ın ana kaynağıdır.
GELECEKTE BİR GÜN…
İşte Aşıkpaşazade’nin görüp kullandığı, Osmanlı’nın kuruluş dönemi üzerindeki sisleri dağıtacak bu ana kaynak daha sonra ilginç bir şekilde ortadan kaybolur. Fakat 19. yüzyılda bu eseri gören biri vardır: Ünlü şair Abdülhak Hamid’in babası, reisületıbbâ, devlet adamı ve tarihçi Hayrullah Efendi! Ömer Faruk Akün’ün tespitine göre, Hayrullah Efendi’nin Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye Tarihi’ni yazarken gördüğü eserler arasında Yahşi Fakih’in Menakıb’ı da vardır. Ayrıca Hayrullah Efendi’nin eserden “Molla İlyas’ın oğlu Şeyh Yahşi Fakih’in tarihi” şeklinde bahsetmesi, bu kaydın Aşıkpaşazade’den gelmeyip onun gördüğünden daha sonraya ait ve daha farklı bir nüshayla bağlantılı olduğunu belli etmektedir. Buna rağmen şu an Yahşi Fakih’in Menakıb’ına dair herhangi bir iz yok.
Ancak 14. yüzyıldan beri varlığı bilinen Türk dilinin ilk sözlüğü olan Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lugati’t-Türk’ünün 20. yüzyılın başında Ali Emiri Efendi tarafından İstanbul’da bulunması daima sürprizlere hazır olmamız gerektiğine işaret ediyor.
Kayıp Kitapların İzinde koşan Giorgio van Straten de bu konuda ümitli:
“Aranan eser sonsuza dek yok olmuş gibi görünmektedir, yine de bir ihtimal birileri, bir yerde, gelecekte bir gün…”